Saturday, September 20, 2008

Daha neler göreceğiz

19 eylül Cuma akşamı. Saat 20. Mecidiyeköy'de koskocaman nt kitap evinin açılmasını bekliyorum. Personel iftar yapıyor. Yemek yedikten sonra lütfedip hizmetlerine devam edecekler.
Burası 2008 yılı Türkiye’si. Ben saat 19:45'ten beri kapının önündeki görebildiğim 12 kişi ile beraber kültürel ürünler satan bu mağazadan ihtiyacımızı temin edeceğiz.
Nasıl iştir bu? İnsanların ibadet etmesi bu kadar da gösterilmez ki!
Nt kitap evleri kime ait acaba?

Satın alacağım ürün bir başka yerde olsa gidip alacağım. Ama gelin görün ki o akşam lazım. Ve gideceğim yer de kitap evine yakın olduğu için gidip nt kitapevinden alayım dedim. Demez olaydım. Tam saat 20:10'a kadar bekledim. Bir de kapının önünde o kadar bekleyen insanlar içeri girdikten sonra sevecen yüz ifadeleri ile “yemeğinizi de yediniz, afiyet olsun” diyorlar. Durumu kabullenmişler. Bu zihniyet böyle devam ettiği sürece daha çok hakkı yenir bu milletin. Ben kapıdan girerken ilk rastladığım görevliye “bu milleti burada bu kadar bekletiyorsunuz yazık değil mi? Bu kadar insan bu kadar zaman bekletilmez ki!” Diye tepki gösterdim. Benden başka ses çıkaran da olmadı.

Bu durum bana cumhurbaşkanlığı binasının girişini korumakla görevli insanların şu anki cumhurbaşkanı görevine başladığı zamanki ilk ramazanın ilk iftarını hatırlattı. Güvenlik görevlileri dahil bina girişi bomboş. Koskocaman Türkiye Cumhuriyeti’nin reisi cumhurunu korumakla görevli ve bu görevleri için maaş alan insanlar ( ki aldıkları maaşlar vergilerini ödeyen bizlerin cebinden çıkıyor ) görevleri başında değiller. İbadetlerini yapmaya gitmişler.
Kimsenin ibadetine karışmak hakkımız değil tabi ama önce görev yapılır. Önce iş yapılır. Sonra ibadet yapılır. Zaten çalışmak en büyük ibadettir. Çünkü ibadet kişisel bir şey olup insanın sadece kendisi ile ilgilidir. Çalışmak ise, yapılan iş ise toplumun tamamı ile ilgilidir. İnsanın topluma karşı vazifesini yapmasından ibarettir. Bu nedenle insanların reklam yapa yapa, şov yaparcasına ibadet etmelerini esefle kınıyorum.

Saygılarımla,
Reyhan YILMAZ

No comments: